Çocukları Kirletmeyin


İçerik Kategorileri
DİĞER LIFESTYLE

Son Yazıları
‘Zamanım Yok’ Yalanı
DİĞER  LIFESTYLE  C-LEVEL 
‘Zamanım Yok’ Yalanı
Blog 2024, 15 Mart
Kripto Paraların Ayak Sesleri
FİNANS / EKONOMİ  YATIRIMCI  C-LEVEL  BLOCKCHAIN TEKNOLOJİSİ  KRİPTO PARA 
Değersizlik Duygusu Yaşamı Tüketir - 2
DİĞER  LIFESTYLE 
Değersizlik Duygusu Yaşamı Tüketir - 1
LIFESTYLE 
2024, 3 Mayıs

“Çocuklar oyun oynuyorlar. Alevi, Sünni, Hıristiyan, Musevi, siyah, beyaz, kızıl, zengin, fakir, Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Alman, İspanyol, Arap… Henüz bilmiyorlar. Bilmiyorlar ki büyüdükçe onlara farklılıklarını öğretecek yetişkinler. Bilmiyorlar ki bu farklılıklar, büyüdüklerinde arkadaşlıklarının bile önüne geçecek.

İnsan yerleşik düzene geçti, veraset sistemini yarattı, sınırlar çizdi, sınırları korumak için silahlar üretti ve yine sınırları korumak için silahları kullandı. Kan, savaş, acı tarihe silinmez izlerini bıraktı.

Çocuklar silahların gölgesinde korkuyla büyüyerek silahları kullanmayı öğrendi. İntikamı tanıdı. Bugün savaşan nesilleri, gördüklerini, onlara verilenleri taşıdı ve işte bugünkü dünyayı yarattı. Milyonlarca insan niye öldüğünü bile anlamadı. İnsanlar hâlâ ölmeye devam ediyor.

Aynı toprakların çocuğu olmamak ne mümkün aynı yerkürenin üzerinde, aynı gökyüzünün altında yaşarken… Denedim. Anlamaya çalıştım. Anlayamadım. Farklılıkların neden sorun olduğunu anlatamadılar ya da ben anlamadım.

Zengin fakiri hor görüyor, fakir zengini suçluyor. Kapalı açığı, açık kapalıyı küçümsüyor. Kadın erkeğe, erkek kadına kızıyor. Oysa hepsi çocukken saklambaç, yerden yüksek oynuyor. Hem de hep birlikte, hem de paylaşarak.. Ta ki öğrenene kadar… Tıpkı yaşamda neyi yapabilip neyi yapamayacaklarını öğrendikleri gibi.

Ayrışa ayrışa, gruplaşa gruplaşa parçalara bölündük. Dinler, uluslar derken neredeyse dernek düzeyinde ayrıştık. Futbola bile kanı karıştırdık. Tribünleri tek renge boğduk.

Nasıl bir paradokstur ki her oluşum daha iyi bir dünyayı vaat etti. Kemale ermek, cennete gitmek, yontulmuş taş, aydınlanma, “nirvana”ya ulaşmak... Dinler, öğretiler aynı evin farklı pencereleri değil miydi oysa? Yoksa ben mi çok saftım…

Kemalist, nurcu, mason, laik, muhafazakâr, liberal, komünist, ocu, bucu, şucu ve yüzlercesi hepsinden önce insan değil miydik? Hepsinden önce insan değil miyiz?

Kimliği, etiketleri ne olursa olsun ölen de insan, doğan da… Ve her birimizin hayali daha güzel bir dünya, iyi bir hayat… Hepimizin hayalleri yok mu? Ne zaman uyanacaksınız? İstanbul'da, Diyarbakır'da, İsrail'de, Filistin'de, Uganda'da, Hindistan'da aynı gökyüzünün altında ölen bir çocuk, her şeyden önce çocuk.

Sürü psikolojisinde yetişen nesiller, uyutulan toplumlar ve nihayetinde günlük hayatın içinde kaybolan ruhlar o kadar kolay malzeme ki… Bugün kendi içimizde, kendimizle kavga ederken dışarıda kavga edecek şey bulmuşuz, çok mu?

Aradığımız mı ne? Sevmek ve sevilmek. Değerli olduğumuzu hissetmek. Sevmek, paylaşmak, sarılmak...  İyiye ve güzele bakmakta inat etmek...
İnadına, ekmeğini tanımadan birbiriyle paylaşan çocukları örnek almak… Şu an bana saf, enayi gözüyle bakanlara gelince… Evet, saflık ve enayilik buysa gurur duyuyorum. Şu an elimde duran Mesnevi'ye sarılıyorum.”

Sen de bebektin, çocuk oldun, büyüdün. Her birimiz aynı yoldan geçtik. Farkımız ise her birimizin aynı yoldan, başka şekilde geçmesi. Doğduğumuz şehir, ailemiz, arasına katıldığımız toplum bizi yoğurdu. Bazılarımız bu süreçte travmalara boğuldu. Aile içi şiddet, kendini bulamayan anne babalar, olumsuz yaşam koşullarında başımıza gelenler, tacizler, tanık olduklarımız… Ailemizi de doğduğumuz şehri de, adımızı da hatta inancımızı da başta biz seçmedik, seçemedik. Bazılarımızın aileleri çocuklarının büyüdüğünü hiç kabul edemedi. En iyi koşullar, yetişkin olduğumuzda hayatımızı zorlaştıran sebeplere dönüştü.
Bugün her bir yetişkin, bir zamanlar bebekti, çocuktu. Bugün biz yetişkinleri farklı kılan nelerimiz varsa çoğunun temeli 0-3 yaş arasında atıldı, kodlarımız yazıldı.

Çocuk bir mucize, candan cana geçiş, yaratılışın bir başka boyutu. Neden çocuk sahibi olacaksın? Neden çocuk sahibi oldun? Bu soruları ebeveynlere sorduğumda aldığım başlıca cevaplar şu şekilde: “Zamanı gelmişti”, “Soyumu devam ettirmek için”, “Sonradan pişman olmamak için”, “Yaşlandığımda yalnız kalmamak için”, “Evliliğimizi kurtarmak için”, “İstemeden, kazayla oldu”. Yorum yok.

Birçok anne baba çok genç yaşta çocuk sahibi oldu. Günümüzde anne baba olma yaşı yavaş yavaş yukarı çekiliyor. Çekilmeli de... 20'li yaşların başında kişi daha kendini bulamamışken; kendini çözememiş, hayattan ne istediğini bilemiyorken, aslında kendisi yolun başındayken kucağına aldığı bebeği nasıl yetiştirecek? Büyüklerin desteğiyle, anneanne ve dedelerden alınan bilgilerle, hatta çoğu zaman onlara emanet ederek… Eğer babana ve annene karşı affedemediğin birtakım kırgınlıkların varsa bunu dikkate al. Onlar da ne yapacaklarını bilmiyorlardı.

Daha kendilerini tanıyamadan, anlayamadan senin sorumluluğunla tanıştılar. Belki niye evlendiklerinin bile daha farkında değillerdi. Nasıl ki bireylerin kendilerini tanımış, yaşamdan beklentilerini belirlemiş ve evlilikten ne beklediklerini bilerek evlenmelerinin önemli olduğunun altını çiziyorsak aynı durum çocuk sahibi olurken de geçerli. Çok az yaşam deneyimine sahip anne babalar birçok hata yapıyorlar. Kendi doğrularını bulamadan doğru anne baba olmaya çalışıyorlar. Gençlik yılları öğretme değil, öğrenme dönemidir. Cinsellik yaşamak için evlenince erken anne baba olmak kaçınılmaz oluyor.

Doğadaki en muhtaç yavru olan insanı dünyaya getirmek; odaklanmak ve önceliğin bir süre bebek olması anlamına geliyor. Öte yandan taşıdığın sorumluluğun farkında olmayı gerektiriyor.

Çocuklarımız, malımız değil. Kendi doğrularımızı, yanlışlarımızı, yaşamda biriktirdiklerimizi olduğu gibi empoze edeceğimiz ve birebir kendimize benzeteceğimiz varlıklar da değil. Çocuklarımız bizim istediğimiz gibi olduğunda “iyi”, olmadığında “kötü” oluyor. Çoğunluk, çocuğunun kendi kalıplarına uymasını istiyor. Otur, kalk, sus, soru sorma, yaramazlık yapma, gürültü yapma… Büyüdükçe de kendi doğrularını öğretiyor. Tuttuğu takımdan mesleğine kadar her konuda bir sürü şey aşılıyoruz. Tabii bu durum sosyoekonomik yapıya göre değişiyor. Bazılarımız da çocukları yarış atına dönüştürüyor; çocuklarının başarılarını kendi başarısı gibi görüyor, bir fanusun içinde büyütüyor, küçük yaşta onlara bolca harçlık veriyor. Bu ve benzeri örnekleri sürekli görüyoruz. Kendi çocukluğuna baktığında da benzer örnekleri görürsün. Herkesin farklı deneyimleri, hikâyeleri var.

Önemli olan, çocuğu önce insan olarak yetiştirebilmektir. Eğitim sistemi de buna hizmet ettiğinde gerçek eğitimden söz edebiliriz. Diplomaları alan, sözüm ona iyi okullar bitiren çocuklar, gençler Dostoyevski'yi, Balzac'ı bilmiyor. Sınav sonuçlarına dayanan bir eğitim sistemi var. Çocuklara düşünmeyi değil, büyüklere göre doğru düşünceyi, kalıpları öğreten bir eğitim sistemi mevcut. Evrensel temel değerleri oturtmadan hangi iyi eğitimden söz edebiliriz? Kendini tanımayan, özgüveni oturmamış bir çocuk CEO, mühendis ya da doktor olsa ne olacak ki?

Çocuklarına kendi doğrularını dikte etmek yerine onlar için uygun koşullar yaratabilmek iyi bir ebeveynin önceliği olmalı. Binlerce kitap, yüzlerce uzman var. Önemli olan niyeti ortaya koymak ve farkında olmak.

Bugünün dünyayı titreten diktatörleri, terörist başları, dünyayı ve insanları inciten her ne statü ve kulvardaysa bir zamanlar çocuktu. Çocuklarımızı bir ideolojinin, bir inancın askerleri olarak değil; birer dünya vatandaşı olarak yetiştirmeye çalıştığımızda onlara en büyük iyiliği yapmış oluruz. Hurafelerden, dogmalardan uzak; sorgulayan, araştıran, bilgi ve verileri hemen doğru olarak kabul etmeyen bireyler yetiştirmek ne güzel bir ülküdür… Böylelikle çocuklarımızı yargılardan, etiketlerden de uzak tutmuş oluruz.

Çok küçük yaştan itibaren çocuklarımızla konuşabilmek, onları yargılamadan dinleyebilmek, kuralları açıklayarak paylaşmak, sevgiyi ve onlara güvenimizi hissettirebilmek, ilerleyen yaşlarında kendi seçimlerine değer katacağı gibi bizlerle de kolay iletişim kurabilmelerini sağlayacak. Onları istediğimiz yollara sokmaktan çok önlerine seçenekleri koyabilmek ve seçimlerinde arkalarında olduğumuzu hissettirmek altın kural. Çocuklarımızı tez zamanda bağımsız kılmak, onlar üzerinde belki de ilk önceliğimiz olmalı. Böylelikle onları bağımlı kılmak yerine, güçlendirmiş oluruz.

Bebeğin, çocuğun pahalı oyuncaklardan, marka kıyafetlerden, ısıtılmış meyveli süt üreten cihazlardan önce sevgi ve güven ortamına ihtiyacı var. İleride onu özel okullarda okutacak parayı kazanmak için uzak kaldığı bir babadan çok, sevgisini hissedeceği bir babaya ihtiyacı var. Sevgi ve güven ortamı, bir çocuğun geleceğini şekillendirecek en önemli kaynaktır.

Kendinden eksilterek yaşayan, kendiyle ve eşiyle kavga eden, saçını süpürge ettiği için mutsuz olan ebeveynlerin çocuklarına sunduğu sevgi ve ilginin kalitesi de düşüyor. Nicelik değil, nitelik önemli. Çocuğu için belli bir süre sonra dahi işine dönmeyen, kendine özen göstermeyen, kendi için bir şey yapmayan anne çocuğuyla çok vakit geçirebilir ama verdiği sevgi ve ilginin niteliği nasıl olur?

Bebekleriyle dışarıya çıkan ailelere bakıyorum. Ellerinde birkaç büyük çanta, her şey çocuğa göre ayarlanmış. Gözlerinin feri gitmiş, bezgin anne babalar… Anne çocuğu gözlüyor bir köşede, baba gazete okuyor başka bir köşede. Birazdan da bir şey için birbirilerini suçluyorlar. Çocuk yaramazlık yapsa yiyor fırçayı. Amsterdam'da, Londra'da bebekleriyle dışarı çıkan aileler görüyorum. Anne baba bisiklette, çocuklar göğüslerinde kanguruda… Çocuk biraz daha büyükse en arkada üçüncü bisiklette. Anne baba çimenlerde sarmaş dolaş, çocuk kendi dünyasında ama gözleri üzerinde. O ailelerin, çocuklarına bizden daha az değer verdiğini sanmıyorum.

Ebeveyn-ergen ilişkisinde son zamanlarda iletişim sorunu o kadar çok ifade ediliyor ki… Aileler çocuklarıyla iletişim kuramamaktan, çocukların vurdumduymazlığından, hayata ilgisizliğinden şikâyetçi. Gençlik dönemlerinde sorunlar daha da derinleşiyor. Artık neredeyse aradaki her beş yıl jenerasyon farkı yaratıyor. Dünya, sosyal yapı ve teknoloji hızla değişiyor Bugün insan kaynakları eklerindeki iş ilanlarının yarısından fazlası 10 yıl önce yoktu. Aileler hâlâ çocuklarının doktor, avukat, mühendis olmasını diliyor.

Bugün hayat internet ortamında akıyor. Çocuklar bilgisayar başında vakit geçirdiğinde ebeveynler sinirleniyor. Ancak yaşama, insana bakış hızla değişiyor. Ebeveynler kendi yaşanmışlıklarını, korkularını çocuklarına taşıyor. Artık kendi doğrularının önemli bir bölümünün değiştiğinin, kendi doğrularının da belki doğru olmadığını fark edemiyor.

Duyarsız görünen, hayata tutunmakta zorluk çeken gençlerle çalıştığımda ortak sorunu görebiliyorum. Aslında hiç de vurdumduymaz değiller. Sadece ebeveynleri tarafından sevildiklerini ve onlara güven duyulduğunu hissetmeye ihtiyaçları var. Samimi bir şekilde dinlenilmeye ve dikkate alındıklarını hissetmeye ihtiyaçları var. Ebeveynlerin de kendilerini –bilgisayar diliyle söyleyelim biraz kinayeli olsun– update etmeye ihtiyaçları var. Bizim hayallerimiz çocuklarımızın hayali olmak zorunda değil. Farklı bir meslek seçerek, farklı bir yaşam tarzı benimseyerek kendilerini gerçekleştirebilirler.

Gerçekten de hata yaptıklarında, yanlış adımları attıklarında onları yermekten çok kucak açan, cesaretlendiren ve yaralarını sarmaları için destek veren ebeveynler olmak hepimizin hayali değil mi? Belki senin hiç böyle bir şansın olmadı…

Çocuklar hayatımızın yükü ya da bizim kendimizi ifade edeceğimiz yarış atları değiller. Yetişkinlerin buluşmalarında konu çocuklara geldiğinde ebeveynler, çocukları üzerinden yarışıyor. Benim çocuğum şunu yaptı, şunu kazandı; benim çocuğum şöyle, benim çocuğum böyle… Bu kıyaslamaları çocuklarına da hissettiriyorlar. Komşunun kızı veya oğluyla birçoğunuz kıyaslanmışsınızdır.

Onlar, bizim çocuklarımız oldukları kadar birer ayrı birey. Sen mürüvvetini görmek istersin ama o hiç evlenmeyebilir, sen mühendis olsun istersin o futbolcu olur. Sabahtan beri neyden bahsediyoruz? Önemli olan kendini tanımak; kendini, hamuruna uygun şekilde gerçekleştirmek ve insan olmak. Bu kadar yetişkin insan bu yaklaşımlardan uzaksa ya da bunu başarabilmek için ilerleyen yaşlarında yola çıkıyorsa bunun sorumlusu ebeveynlerimiz değil mi? Biz neden aynısını çocuklarımıza yapalım? Çocuğun eşcinsel de olabilir, genç yaşta hamile de kalabilir. Her koşulda çocuklarımız, bizim çocuklarımız. 

Bazılarımız anne babalarımızın üzerimizdeki travmalarını aşamadık. Belki onlara kızgınsın belki konuşmuyorsun, yıllardır görüşmüyorsun, belki aran iyi değilken kaybettin belki hiç, “Seni seviyorum,” diyemedin.

Aileyle ilişkileri uzaktan bile olsa yoluna koyamadan ya da kendi içinde temizleyemeden, affetmen gerekenleri affedemeden hayata tam olarak başlayamazsın, bir şeyler hep eksik kalır. Bunu çocuklarına da yaşatma. Ebeveynlerini de anlamaya çalış, onların gözünden de görebilmeye çalış.

Nasıl mı?
 

 

 

 

 

 

*Dijital Network Alkaş (“DNA”), blog yazarı tarafından DNA'da paylaşılan içeriklerin doğruluğundan, geçerliliğinden, güncelliğinden ve telif hakları konusundaki iddialardan sorumlu değildir. Tüm hukuki ve cezai sorumluluk blog yazarına aittir.